Emel Eva Tokuyan

Emel Eva Tokuyan

Mail: emeltokuyan@gmail.com

YAŞAMAK OLSUN İNSANCA

Bazen iyi niyetlerle de olsa olmasını istemediğimiz şeyi büyütüyoruz hayatta. İnsani değerlerin hızla erozyona uğraması, değerlerin yitimi, daha da normalleşiyor her birimizin gözünde. Kötüye de alışıyor insan zamanla. Şiddet, kabadayılık, yalan-dolan, bencillik, cahillik, adaletsizlik gibi pek çok kavram ile ilgili mağdur şikayetlerimiz olsa da her birimizin payı da yok değil onların var olmasında. Şimdi bu satırları okurken belki içinizden geçirmiş olabilirisiniz. “Ben iyi bir insanım, tüm bunlarda bir payım yok” diye. Elbette hepimiz iyi insanlarız belki direkt olmasa da dolaylı yollarla da olsa neden katkımız olmuyor mu bu kavramların yayılmasına.

Yıllar önce bir STK’da organizasyon yaparken bana “Kadına Şiddet” başlıklı bir sokak tiyatrosu için iş birliği önermişlerdi.  İçinde “Kadın” yanında “Şiddet” kelimesi yer alan her projeden uzak durmayı tercih etmiştim. Bu iki kelimenin, kavramın yan yana bu denli çok işleniyor olması, “Kaş yaparken göz çıkarmaya” benziyor zannımca. İki kavram birleşerek olmasını istemediğimiz bir şeyi gerçekleştiriyor. Toplumun bu alandaki duyarlığı, reyting uğruna, kadına şiddet içeren sahneler, haberler sürekli göz önünde tutuluyor.

Diziler çok uzun yıllardır dozunu arttırarak, çete, cinayet, entrika, suç dolu olay örüntülerini izlettiriyor halka. Dizilerdeki aksiyonlar ise en basitinden kişilik bozukluğu, travmalara sahip, psikopat, entrikacı karakterler üzerinden dönerken bu hasta kişiliklerin durumu normalleştiriliyor. Sistematik olarak toplum zehirleniyor. Yani kısacası bir farkındalık oluşturmak adına yapılan, izlenmeyecek sahnelerin her gün en özel alanımız odalarımıza girmesi hiçbir farkındalığa yaramadığı gibi daha sağlıksız bir yöne gidilmesine sebep oluyor.

Bir çocuğun yetişkin olana kadar maruz kaldığı şiddet sahnelerinin sayısı ise korkulacak boyutta. Ayırt etme yetisi henüz gelişmemiş çocuk ne görürse onu norm kabul ediyor ve uygulamaya başlıyor. Sanal oyunlarla başlayan şiddet ve zorbalık, giderek normalleşiyor.

Kitap okuma oranı zaten düşük olan toplumumuzda okumak, incelikler ve hassasiyetler geliştirmek, sanatla, bilimle ilgilenmek, sorgulayıcı düşünme alışkanlığına sahip olmak ise giderek müzelik olacak kadar az rastlanmakta.

Platon der ki Bir çocuk 14 yaşına kadar suçun hiçbir türü ile asla temas ettirilmemeli. Ki en küçük bir adaletsizlik, yalan, vb karşılaştığında tereddüt etmeden ayırt edebilsin. Peki bizim çocuklarımız ne durumda?

Zihnimiz “Ters çaba” kuralına göre çalışır. Yani odaklanılan şey olumsuz bile olsa onu geçekleştirmek için elinden geleni yapar. Yani odağımızda ne var? Bu nedenle toplumda, kişilerde neyin çok olmasını istiyorsak onu büyütmeliyiz.  Her hafta düzenli olarak seyrettiğiniz o dizileri izlemeyerek şiddete ve yozlaşmaya yaptığınız katkıya son verebilirisiniz mesela. Çocuğunuzun eline verdiğiniz tablet telefonda pedogojik amacı olmayan birçok görüntüye maruz kalmasını engelleyebilirisiniz mesela. Toplumda nasıl bir insanla muhatap olmak istiyorsanız siz kendiniz ona dönüşerek, diğerlerine örnek olabilirsiniz mesela. Güzel kitaplar, iyi müzikler, iyi sanat eserleri ile temas ederek kendinizi işleyebilirisiniz mesela.

Eğer iyi bir şey üretmek için anlamlı ve bilinçli bir çaban yok ise diğer yanı besliyorsun demektir. Bu nedenle başta dediğim gibi, direkt olmasa da dolaylı yoldan bile katkımız olmasın istemediğimiz bir dünya yaratmakta.

Rahibe Terasa’ya sormuşlar : “Savaş  karşıtı bir yürüyüş var, katılmak ister misiniz?”

“Hayır” demiş Rahibe Terasa “Barış yanlısı bir yürüyüş yaptığınızda katılırım”

Bu nedenle neyi büyütmek istiyorsak ona yer açmalıyız hayatta. Barış olsun, adalet olsun, sevgi olsun, bilgi olsun, gerçekten YAŞAMAK olsun hayatta insanca.

Emel Eva Tokuyan

Makale Yorumları

  • Seyit dülgeroğlu31-10-2019 09:26

    Hocam bu kıymetli yazınız için kendi adıma çok teşekkür ederim.

Facebook Yorum

Yorum Yazın