Emel Eva Tokuyan

Emel Eva Tokuyan

Mail: emeltokuyan@gmail.com

TÜKETİLMİŞ BİR DEHA

Sanat olmasa idi hayatlarımız ne kadar sıradan ve ruhsuz olurdu. Duygularımızın ve düşüncelerimizin bin bir katmanını ve rengini ifade edecek nasıl bir alan bulurduk hiç bilemiyorum. Bu hafta sonu izleme olanağı bulduğum Arkas Sanat Merkezindeki Post Emperyonizm sergisinde olağanüstü eserler dönemlerinin sosyal, siyasal gerçekliğini aktardığı gibi, sanatın geçtiği yollara ve sanatçıların kişisel hayatlarına da ışık tutuyor. Bizler çoğu zaman içgüdüsel olarak tüm hayatı kendi yaşantımız ve edindiğimiz deneyimler kadarı ile konumlandırırız. Oysa başka hayatlar, başka açılar, başka derinlikler vardır. Kendi bahçemizden bizi tutup da çıkaracak tek şey sanatın her dalına kollarımızı açmaktır.

Sergide etkileyici hikâyeleri olan birçok tablo var ancak bir tanesindeki bir karakterden bahsedeceğim bu yazıda.* Ressam tablonun ortasında eşi olan Suzan’ın etrafına hüzün dolu yüzlerle ve trajik hayatlarla dolu birçok sanatçıyı konumlandırmış. Kişilerden bir tanesi ise Camille Claudel. Rodin’i akıl hastanesine koyduğumuz “Düşünen Adam” heykeli ile birçoğunun duymuş olduğunu sanıyorum. Ancak öğrencisi ve sevgilisi olan Camille’nin trajik hayatı ve dehası pek bilinmiyor.

Camille 1864 yılında Fransa’da hali vakti yerinde bir ailede doğuyor. Kendisinden iki yıl sonra da kardeşi Paul dünyaya geliyor. Küçük yaşlardan itibaren çamurla oynayarak yarattığı eserlerle yeteneği dikkat çekiyor. Annesi desteklemese de Paris’e taşındıklarında babası özel dersler almasına olanak tanıyor. O dönemin Fransa’sında bir kadının özel ders alma dışında bir seçeneği yok ne yazık ki. Kadınların büyük sanat akademilerine girmeleri yasak. 1883 yılında Rodin’den dersler almaya başlayan Camille kısa sürede hocasının ilgisini çekiyor. Rodin ona hem büyük bir hayranlık hem de yeteneğine ve dehasına büyük bir kıskançlık duyuyor. Hem sevgilisi oluyor Camille hem de rakibi. Camille birlikte Rodin de tanınmaya eserlerinden söz ettirmeye başlıyor. Tabi bu nokta düşündürücü; Rodin’in Rodin olmasında ortak çalışmalarının payı büyük.

Yeteneği ondan büyük olmasına karşın Rodin’in gölgesi altında kalıyor hep Camille. Ayrıca Rodin yirmi yıldır birlikte olduğu Rose bırakıp onunla evlenmeye yanaşmıyor. Duyduğu tutku dolu aşk ve öfke ile beslenen Camille olağanüstü eserler ortaya koyuyor. Rodin’i terk edip yoluna devam etme kararı alıyor. Ancak bebeğini kaybetmesi ile girdiği depresyondan bir daha hiç çıkamıyor. Eserlerinin çoğunu bir kriz anında parçalıyor.

Kaba ve bencil bir adam olan Rodin’in desteği ve ailesinin rızası ile bir akıl hastanesine yatırılıyor. Hayattaki tek destekçisi babasının erken ölümü, kardeşinin diplomat olarak Çin’e yerleşmesi ve annesinin yaşadığı hayat nedeni ile kızını reddetmesi ile çok yalnız kalıyor Camille. Yaklaşık otuz yıl süren hastane hayatında ziyaretine gelen tek kişi beş yılda bir erkek kardeşi Paul. Hastane müdürü kızlarını evlerine kabul etmeleri için annesine ve kız kardeşlerine mektup yazıyor ancak bir yanıt alamıyor. Orada çok istemesine rağmen heykel yapmasına izin verilmiyor. Bir rivayete göre Rodin kendisini geçmesin diye, eserlerini ve fikirlerini çaldığı Camille’in hastaneye yatırılmasına destek olmuştur. Rodin onun için “ Ben ona altını nerede bulacağını söyledim. Ama bulduğu altın kendi içindeydi” diyerek dehasını onaylıyor.

Camille 1943 yılının ekiminde kapatıldığı odada yalnız bir şekilde trajik hayatına gözlerini kapatıyor.

Akıl hastanesinden kardeşi Paul’e yazdığı mektuplardan birinde şöyle yazıyor: “Akıl hastanesi! Evim diyebileceğim bir yere sahip olma hakkım bile yok! Onların keyfine kalmış işim! Bu, kadının sömürülmesi, sanatçının ölesiye ezilmesi… Mahsus kaçırdılar beni, onlara tıkıldığım yerde fikir vereyim diye, yaratıcılıklarının ne kadar sınırlı olduğunu biliyorlar çünkü. Kurtların kemirdiği bir lahana gibiyim şimdi, yeni filizlenen her yaprağımı büyük bir oburlukla mideye indiriyorlar…

Bilmiyorum kaç yıl oldu buraya kapatılalı ama tüm hayatım boyunca ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak ettikleri hapishane hayatını bana yaşatıyorlar…

Bu esaretten çok sıkılıyorum, eve hiç dönemeyecek miyim Paul?....

Bu kadar yalnız kalmayı hak edecek ne yaptım?”

Bu hayattan geride ne yazık ki çoğunu Rodin’in sahiplendiği düşünülen eserler, kendisinin yok etmesinden geride kalan eserleri, o dönemin Avrupa’sında yaşanan negatif cinsiyet ayrımcılığı, aile, ilişkiler ve daha pek çok soru, ders ve yok edilmiş bir dehanın acısı bize kalıyor…

*Andre Lhote (1885-1962) Eser “Topluluk ya da Şarkıcının Etrafında” tuval üzerine yağlıboya

Emel Eva Tokuyan


Facebook Yorum

Yorum Yazın