Emel Eva Tokuyan

Emel Eva Tokuyan

Mail: emeltokuyan@gmail.com

SIRTIMIZDAKİ YÜK

Anların birer birer ardı ardına eklenmesi ile akıp gidiyor. Yaşadığımız deneyimlerin her biri bir ilmek ömrümüzden. Kendi rengini, kendi dokusunu, tadını işleyerek biçimlendirerek, tıpkı salyangozun geçtiği yolda geride ışıltılı bir iz bırakması gibi izini bırakarak geçiyor üzerimizden.
Bir zamanlar radyo programı yaparken her akşam şu sözle kapatırdım yayını: “Yaşam öyküsü göz açıp kapayana dek sürer. Aşkın öyküsü merhaba ve hoşcakalından ibarettir. Tekrar buluşuncaya dek…”* Bu kadar kısacıkken ömrümüz keşke’lerimiz ne çok oysa “Bu günkü aklım olsaydı” diye başlayan cümlelerimiz bir de. Kum saati hızla doluyor oysa. Zorunluluklardan, ardımıza bakmaktan, pişmanlıktan, boş inançlardan, geriye ne kadar zaman yaşıyoruz? HAYAT ZAMANDIR! Neye, nasıl harcadığımıza en özen göstermemiz gereken zamanı ne pervasızca harcıyoruz kimbilir belki de hiç değmeyecek şeylere.

Bilgelik hikâyelerinden birisinde genç Kim, yaşlı Sertabus yol arkadaşlığı ederler bir süre. Kim’in kafasında hayata dair sorular vardır ve henüz yolun çok başındadır: “Hayat neden bu kadar zor? Yoksa biz mi zorlaştırıyoruz? “ sorularının cevabını aramaktadır. Yaşlı Sertabus üzeri örtülü, oldukça ağır görünen büyük bir sepet taşımaktadır sırtında. Kim, bu ağır sepeti taşımakta zorlanan Sertabus’a sepeti taşımayı teklif ederse de yanaşmaz yorgun ihtiyar sepetini vermeye: “O senin benim yerime taşıyabileceğin bir şey değil. Kendim taşımam gereken bir şey. Bir gün kendi yolunda yürüyeceksin ve benimki kadar ağır bir sepet taşıyacaksın” der genç adama.  Kim, yol boyunca “İnsanların neden kendine eziyet ettiklerini, yaşamın anlamını, sepetinde taşıdığı yükün ne olduğunu” sorup öğrenmeye çalışır ancak yanıtsız bırakır yaşlı Sertabus tüm soruları. Sonunda daha fazla yürüyemeyip son kez dinlenmek için durduğunda sepetin içindeki sırrı açıklar yol arkadaşına: “Bu sepette kendim hakkında inandığım ama gerçek olmayan şeyler var. Onlar yolculuğum boyunca ağırlık yapan taşlardı. Şüphenin her çakıl taşının, tereddütün her kum tanesinin, yanılgının, önyargının yol boyunca taşıdığı her kilometre taşının ağırlığını sırtımda taşıdım. Bunlar olmadan çok ilerilere gidebilirdim. Hayalimde canlandırdığım insan olabilirdim. Ama gördüğün gibi yolun sonunda sadece bu ağırlıklarla baş başayım.” Der ve gözlerini kapatarak son uykusuna girer.
Kim sepeti yaşlı adamın sırtından çözer ve üzerini büyük bir merakla açar. Ancak sepetin içinde hiçbir şey olmadığını görür şaşkınlıkla. O anda anlar, sorularının yanıtını. Çoğumuz sırtımızda korkularımızın, varsayımlarımızın, pişmanlıklarımızın ağır yükünü taşırız yıllarca. Her gittiğimiz yere ardımızdan sürükleyerek. Kendi oluşturduğumuz ve güvenlik sandığımız sınırlar içinde kalarak ve hiçbir yeni deneyime kendimizi açmadan. İlk tecrübelerimizde edindiğimiz yaralarımızı ilk sıcaklığı ile saklayarak. Yaşamın onları onarmasına fırsat dahi vermeden. Kendi kanatlarımızla güvenmeden. Oysa zamanın uçsuz bucaksızlığında bir gün ve gece gibi ömrümüz, ne harika olurdu, ışıltılı izler bıraksak son uykuya giderken.

*Jımı Hendrıx-Gitarist-Besteci-Müzisyen-Alıntı yapılan söz ölmeden önceki son sözleridir.

Facebook Yorum

Yorum Yazın