Emel Eva Tokuyan

Emel Eva Tokuyan

Mail: emeltokuyan@gmail.com

KIRIK KALP SENDROMU

Beni derin düşüncelere salan bir deney yapılmış ve bu deneye “Kırık kalp Sendromu” adı verilmiş. İskoçya Aberdeen Üniversitesinin yaptığı araştırmaya göre kişinin yaşadığı derin üzüntü kalp kaslarında yara oluşturarak kan pompalama işlevini tam olarak yerine getirmesini zorlaştırıyormuş. Yani kalp gerçekten de yara alıyormuş. Merak edenler detayını araştırabilir. Kalp etten bir organ olmasına karşın duygularımızla bu kadar eş zamanlı hareket ediyor olması belki de yüzyıllardır doğuda ve batıda, kalbe özel bir değer verilmesini açıklıyor. Hangi çağa hangi öğretiye bakarsak bakalım kalp, aklın üzerinde bir tahta sahip.

“Kalbim kırıldı!”ne derin ve yaralayıcı bir cümledir. Bu cümleyi hayatında hiç kurmamış olan var mıdır? Diye sormaya bile gerek duymuyorum esasında. Çaresiz kalıştır,  gelmesinden ümidi kestiğimiz bir yardım çağrısıdır. Gönülsüzce bir kabulleniştir olanı biteni. İnsanın kalbi ne kadar narindir, hassastır, camdan bir saray gibi ve ne kadar güçlüdür aynı zamanda bin bir duyguyu, karşılaştığı nice yükü içinde taşır, zor zamanlarda dayanır. Kalp kırılsa da, yara alsa da yaşamaya yaşatmaya kararlıdır.
Sadece bizim kalbimiz mi kırılır? Bazen de kalp kırarız belki de hiç istemeden. Bilenler der ki: “Gerçek bilge elinden, dilinden kimsenin incinmediği kişidir.” Anadolunun yetiştirdiği kalp üstadı Yunus Emre :” Dövene elsiz gerek/sövene dilsiz gerek/Derviş gönülsüz gerek/sen derviş olamazsın” diye yazmıştır dizelerinde. Elbette sevginin ve idrakin bu en üst noktası, şu an anlayabileceğimiz bir şey değil. Aceleci hareketlerimiz, yargılayıcı veya kınayıcı tutumlarımız, aceleyle düşünmeksizin sarf edilmiş sözlerimiz, kendimize odaklı hoyrat, özensiz hareketlerimiz… Sevgi ve bilgi dolu bir kalbin yapamayacağı şeyler bunlar. Tüm kırmalarımız ve kırılmalarımız kendi hamlığımızdan, şekilsizliğimizden, bilgisizliğimizden.

Ne kadar biliyorsak, bildiklerimizi uygulayabiliyorsak o kadar nezaketle hareket etme kapasitesine sahip oluyoruz. Ne kadar bilgiye sahipsek o denli derin ve incelikli bir şekilde sevme kapasitesi geliştiriyoruz. Paracelsus’un dediği gibi:“ Hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şeyi sevemez. Hiçbir şey yapamayan hiçbir şeyden anlamaz. Hiçbir şeyden anlamayan insan değersizdir. Oysa anlayan biri, hem sever, hem fark eder, hem de görür. Bir şeyde ne kadar bilgi varsa, o kadar sevgi vardır.”
Bu yüzden bilginin peşine düşmek gerek, sadece öğrenmek tutkusu ile değil anlamak ve hayatımızda ona yer açmak için. Bilginin dokumuza nüfus ederek, bizi işlemesine, şekillendirmesine, kalbimizi büyütmesine, izin vererek kucaklamak. Bir gün bir öğrenci hocasına gelerek sorar kalbini hayatın acısına karşı nasıl koruyacağını. Bilge de elindeki bir bardak suya bir avuç tuz atıp, karıştırıp içmesini söyler ona. “Tadı nasıl” diye sorar. Öğrencisi “acı” der. Birlikte yürüyerek gölün kıyısına gelirler. Bilge bu sefer bir avuç tuzu göle atar ve içmesini söyler ona. Tekrar sorar. “Tadı nasıl” Öğrenci yanıt verir: “Ferahlatıcı” .Bunun üzerine bilge öğrencisini şöyle yanıtlar “ Hayatın karşına çıkardığı durumlar karşısında, işte bu göl gibi ol!”Bizi kırmaktan, kırılmaktan, kurtaracak, kalbimizi büyütmemizi sağlayacak, göl olmamızı sağlayacak şey bilgiyle işlenmiş eylemlerimizdir. Kim bilir yeterince emek verirsek, belki bir gün ferahlatıcı bir göl oluruz.

Facebook Yorum

Yorum Yazın