Emel Eva Tokuyan

Emel Eva Tokuyan

Mail: emeltokuyan@gmail.com

DURMAK YAŞAMIN DOĞASINA AYKIRI!

Mümkünse herkeslerden uzak dağ başında minik bahçesi olan bir kulübe bir de birkaç tavuk… Ya da deniz kıyısında olsun bir yer bir de ağaçta hamak. Olmadı karavan da olur. Nerede istersek orada konaklarız keyfimize göre… Bu düşleri kuranlar ne kadar çok aramızda değil mi? Bir de gençlere baksak onların da pek çoğu, en az işle en rahat yaşam nasıl elde edilebilir onun telaşında.

Durağan bir rutinde akıp giden hep bir sonrakinin beklentisi ve hayali ile aslında hiçbir anında olmadığımız, zaman-hayat…Zor ve sıkıcı işlerimizi (ki çoğunluğa göre en zor ve yorucu iş kendisininkidir) alelacele yapıp bir an önce akşam olsun diye beklemeler, sonra eve gelmeler yemekten sonra düşünmeksizin televizyonun karşısında geçen saatler, sızıp kalmalar, aynı sıkıcı tekrarı her gün yaşamalar….Bir üst düzey yönetici ile görüşmemde şöyle söylemişti:”Artık hayatta tek zevk aldığım şey; yemek yemek başka hiçbir şey mutlu etmiyor beni” üzüntüyle bakmıştım diyecek hiçbir şey bulamadan…Üstelik hayat her birimizin yanı başında tüm renkleri ve ışıltısıyla onu işlememizi, ortaya çıkarmamızı, inşa etmemizi sevgiyle beklerken; bu kişinin kendisini bu minicik alana hapsetmesini anlayamadım.

Canlı gözler arıyorum, yapacağı işin, yaratacağı projenin, ortaya koyacağı bir sanat eserinin coşkusuyla ışıldayan gözler… Çalışmaktan bahseden ve çalışmayı seven kişilere sizler rastlıyor musunuz bilemem, ancak az, çok az karşılaştığımı söyleyebilirim kendi adıma. Çalışmak da kendi payını almış yozlaştırdığımız değerler dünyasında. Çalışmak, üretmek, terazinin mümkünse kaçınılması gereken kefesinde yer almış zamanımızda.      
Sonsuz durağan bir tatil, hiçbir şey üretmemek insanın doğasına aykırı aslında.“Her şeyin ileri gittiği bir dünyada durmak gerilemektir” demiş bir filozof. Kendimizi durdurduğumuz her planda geriliyoruz aslında. Bir bardak su kıpırdamadan durduğunda bir müddet sonra bulanıklaşır; sonra koyu bir renk almaya, ağırlaşmaya ve kokmaya başlar. Akan bir suyun pırıltısı, içinde barındırdığı saflık, hayatiyet ve enerji kaybolmuştur artık. Tıpkı içinde yaşam ve hareket olmayan evlerin hızla yıpranıp çökmesi gibi kullanılmayan akıl-enerji-duygu ve fizik dünyamızda kendi içine çökmeye, hayatiyetini kaybetmeye başlar.
Hep bize bir zamanlar bir şekilde öğretilmiş, sorgulamadan kabul ettiğimiz birkaç bilgi kırıntısı ile idare etmekle kaldığımızda; yaşam bildiklerimizin dışındaki dünyayı sunamıyor, başka kapılar açamıyor aklımıza. Sadece bildiklerimize benzeyeni kabul edip farklı fikirlere kapıyı kapattığımızda kendi içine çöküyor akıl dünyamız da.
Kaliteli ve değerli sanat eserleri ile beslemediğimizde duygularımızı, çok geniş bir skalaya derinliğe ve inceliğe sahip duygu dünyamızın farkına varamıyoruz, yüzeysel ve içgüdüsel duygu tonları soluk renkleriyle duruyorlar yaşantımızda.
Bir başka hayatı, insanı, dünyayı- güzelleştirmek, aydınlatmak, için aklımızla, kalbimizle ve ellerimizle cömertçe sunmuyorsak diğerlerine, en iyi olanı, hep kendimize saklıyorsak sahip olduklarımızı, tıpkı o bardağın içindeki su gibi ağırlaşarak kaybediyoruz bizde olanı.

Kendimizi her durdurduğumuzda yaşamıyoruz aslında.Çünkü durmak yaşamın doğasına aykırı….

Facebook Yorum

Yorum Yazın