Emel Eva Tokuyan

Emel Eva Tokuyan

Mail: emeltokuyan@gmail.com

ÇEKİÇ VE ÇİVİ MESELESİ

Her birimiz aynı gerçekliğe bakmamıza rağmen biriktirdiğimiz tecrübelerimiz. duygularımız, zihnimizin yapısı, önceliklerimiz ve sahip olduğumuz değerler ile gerçekliği yeniden yapılandırıyoruz. Bir halk deyişiyle elimizdeki tek aletimiz çekiç ise her şeyi çivi olarak görüyoruz. Tanıklık ettiğimiz, deneyimlediğimiz olayları bize özel algılayıp, öznel yorumluyoruz. 

Yıllar önce okuduğum, kıymetli Doğan Cüceloğlu (mekanı cennet olsun) bir kitabında şöyle bir örnek aktarmıştı*: Bir adam, yakın bir dostunun eşi ile karşılaşır. Kısaca hal hatır sorduktan sonra arkadaşının eşi; Biliyor musun? Ahmet beni bu günlerde çok kıskanıyor. Geçen gece yürüyüşe çıkmıştık. Ay ışığının altında çok güzel görünüyordum. Tam meydana geldiğimizde bir adam bize doğru yaklaştı. Daha ben ne olduğunu anlamadan Ahmet adamın kafasına yerden aldığı bir taşı yapıştırdı. Dedim ya beni çok kıskanıyor.”  Adam vedalaştıktan sonra arkadaşına uğrar ve “Dostum bu günlerde adam dövmeye başlamışsın, hayrola?” deyince Ahmet de “Sorma arkadaş, geçen gece hanımla yürüyüşe çıkmıştık. Hanım da elmas küpelerini takmıştı. Etraf hırsız, uğursuz dolu. Adam sokulunca indirdim kafasına taşı..” Arkadaşından ayrılan adam sokakta bir başka dostuna rastlar, kafası sarılıdır. Üzülerek sorar :” Dostum geçmiş olsun, ne oldu?”  arkadaşı ise;”Geçen gece hava çok güzeldi. Yürüyüşe çıkayım dedim. Meydana geldiğimde canım bir sigara içmek istedi. Baktım yanımda çakmak yok. Karşıdan da yaşlıca bir karı koca geliyor. Adam da sigara içiyordu. Yaklaştım, tam çakmak isteyecektim ki daha ben ne olduğunu anlamadan kafama taşı yedim. Gazetede yazdı okumadın mı?” Bunun üzerine iki gün öncesinin gazetesine bakan adam arkadaşının adının geçtiği haberi bulur. Arkadaşının yaralı bulunduğu yerin yakınında bir bar vardır ve haberin başlığı şu şekilde atılmıştır: İçkinin tesiri altında!... Bardan sarhoş çıkan adam kaldırımda yaralı bulundu.  

Geçenlerde 1979 yapımı eski bir film izledim ve epey düşündürdü birkaç açıdan. Film analistleri de değerlendirmeler yapmışlar ancak filmi başta bahsettiğimiz “çekiç-çivi” algısı üzerinden yorumlamayı tercih edeceğim. Filmin adı “Beıng There” İngilizce de kullanılan bir deyim, anlamı: “Doğru zamanda, doğru yerde olmak”. ”Filmin açılışı tam da konuya uygun bir şekilde doğuşu simgeleyen  “Schubert symphony No 8” eşliğinde başlıyor. Zira kahramanımız Chance (Şans) kendini bildiğinden beri yaşlı bir adamın yanında bahçıvanlık yaparak yaşayan zekâsı ortalamanın altında biri. Tek bildiği bahçe, çiçekler ve dış dünyayla tek bağlantısı ise bağımlılık düzeyinde düşkün olduğu TV. Yaşlı adam ölünce evin hizmetçisi ayrılıyor ve avukatlar gelince kimliği dahi olmayan Chance öğlene kadar evi terk etmesini söylüyorlar. Bu da onun bir nevi doğuşunun başlangıcı oluyor. O da giysilerini bir bavula koyarak ilk kez sokağa çıkıyor. Gördüğü her şeyi bir nevi televizyon ekranından izler gibi algılıyor. Şans eseri ona bir limuzin çarpınca çok zengin bir adamın evine ilk önce tedavisinin yapılması nedeni ile gitse de olayların akışında eve yerleşiyor. Tüm konuşmalarında bahçe ve çiçekler hakkındaki bilgisinden bahseden Chance’ı herkes kendisine göre yorumluyor. Onun alegori yaparak konuştuğunu düşünüyorlar. Tüm film boyunca Chance durumunu gerçek anlamda idrak edebilen tek kişi ise araba kazası tedavisini yapan yeni evdeki doktor. Yerleştiği ikinci evin sahibi çok nüfuzlu, zengin, yaşlı adam tüm konuşmalarda onun ne kadar sağlam karakterli, dürüst, güvenilir ve başarılı bir iş adamı olduğunu düşünüyor. Yaşlı adamın genç karısı ise duygularına ne kadar hâkim, derin, ince ve düşünceli biri olduğunu dile getiriyor. Başkan ile konuştuğunda bahsettiği bahçe olayı çığır açacak bir ekonomi yaklaşımına dönüşüyor. Başkanın adamları ve basın merakla bu aniden ortaya çıkmış ilginç karakterin geçmişini araştırsa da bir nüfus kaydı dahi olmayan Chance ile ilgili bir bilgiye ulaşılamıyor. Üst düzey protokolün katıldığı bir davette ev sahibesine eşlik eden Chance ile sohbet eden kişiler onun birçok dili bilip eserleri de orijinalinden okuduğuna ikna oluyorlar. Üstelik kahramanımız okuma yazma bilmediğini söylemesine rağmen. Olaylar onun bir TV programına davet edilip katılması ve başkan adayı olarak gösterilmesine kadar gidiyor.   

Burada en önemli konu şu ki; Chance anda yaşayan birisi. Korkuları yok, hırsları, aşırılık içinde duyguları, arzuları, gelecek hesabı, geçmiş pişmanlıkları yok. Zihninin az aktivite yapmasının bir ödülü gibi duruyor kalbi ile direkt bir bağ kurması.  Gerçek duyguları var. Sade bir şekilde yaşıyor. Kimseyi manipüle etmiyor. Ona yakıştırılan tüm sıfatlar ve yakıştırmalar ile hiçbir alakası yok. Onunla karşılaşan her bir kişiye duru bir ayna sadece. Kişi nasıl biri ise kendi kimliği ile ilgili bir yakıştırma yapıyor ona. Chance bir şekilde temasta olduğu kişiyi yansıtıyor. Filmin son sahnesini izlemek isteyenler olur diye belirtmeyeceğim. Ancak bitiminde tüm insanı çıkar hesaplarına arkasını dönüp giden ve umursamayan bir başka boyutta ve gerçeklikte yaşayan bir adam görüyoruz.  

Bu filmden bir başka sonuç daha çıkıyor: Doğa yasaları tüm evrende aynı temeller üzerinden hareket ediyor. Bu nedenle doğanın herhangi biri unsuru ile çalışan ve onu özümseyen birisi aynı dinamikleri bir başka yerde şaşmaz bir doğrulukta oturtuyor. Bu nedenle çiçeklerden bahseden Chance’in her dediği toplumsal ve bireysel düzlemdeki olaylarla da örtüşüyor. 

Hayatlarımızdaki karmaşadan, çalışmaktan ziyade egolardan ve manipülatif zihinlerden bıkmış ama yine de aynı tuzaklara düşmekten kendimizi alamayan bizler için romantik bir hayal var; zihnimizin bir köşesinde yaşattığımız. Küçük bir bahçe, deniz kenarı, birkaç hayvan, sade bir hayat özlemi, vb vs. Ancak kuşkusuz gittiğimiz her yere arap saçına dönmüş hırslı ve hesapçı zihnimizi ve ayarı bozulmuş duygularımızı da götüreceğimizden basit ve sade yaşam rüyamız epeyce ütopik duruyor. Ola ki zaten bulunduğumuz yerlerde zırhlarımızı soyunma cesareti gösterip, zihinsel ve duygusal sadeleşme ve anda kalabilme, geçmişin pişmanlığını-geleceğin korkularını bırakma kahramanlığını gösterebiliyorsak o başka. O zaman belki de elimizdeki çekiçleri bırakıp, daha nesnel daha samimi, daha sade, doğal olabiliriz. Kim bilir bu belki yanında kalıcı mutluluğu da getirir bize. Belli mi olur? 

 

Emel Eva Tokuyan 

 

*Olay ana hatları ile özetlenmiştir. Orjina hikayeden küçük farklar olabilir. 

Makale Yorumları

  • Seyit dülgeroğlu30-03-2021 14:36

    Hocam çok kıymetli bir yazı çok teşekkür ederim yüreginize sağlık hayatlarımıza aktara bilmemiz dileğiyle

Facebook Yorum

Yorum Yazın