Mustafa Pala

Mustafa Pala

Mail: pala.mustafa@gmail.com

“MALIM MÜLKÜM MUSTAFA”

Anılar insanı yaşama bağlayan kökler gibi. Anlatıldıkça, paylaşıldıkça canlanıp gelişiyorlar.

Çocukluğumuzda yaşlılardan yoksulluğa ve çektikleri sıkıntılara ilişkin anılarını dinlerdik. Anılar sıkıntılara ilişkin de olsa, içinde bulunduğumuz durumun iyiliğine sevinirdik. Bir kuruşla alabildiklerini anlatırlardı. Savaş yıllarında ot tohumları yediklerini söylerlerdi. Şimdi yaşımız ilerledikçe bizde anılarımızı sarılmaya, fırsat buldukça anlatmaya başladık. Anılarımızı dinleyenler geçmişle bu günler arasında bir değerlendirme yapma fırsatı da buluyorlar.

 

Bende doğduğum günleri yaşadıklarımı anlatıyorum zaman zaman çocuklarıma. Sanki yüzlerce yıl öncesini anlatıyormuşum gibi dinliyorlar. Oysa anlattıklarım bana dün gibi yakın. Zaman ne kadar hızlı geçiyor.

 

1945 yılının Nisan ayının sonlarına doğru doğduğumu söylediler.  Akhisar’ın Büknüş Köyü’nde yoksul topraksız bir köylü ailesinin dördüncü çocuğu olarak açmışım dünyaya gözlerimi. Benden önce doğan üç kız kardeşimin en çok yaşayanı beş ay yaşayabilmiş. Hepside daha bebekken ölmüşler.  O yıllar yoksulluk yıllarıymış. Çocukluğum yoksulluk ve hastalıklar içinde geçti.  Tamamı bir odadan ibaret bir evimiz yardı. Aynı odada oturur, aynı odada yemek yapar, yemek yer, aynı odada uyurduk.  Ayakkabıyla tanışmam uzun yıllar sonra oldu. Yalınayak gezerdik. Giydiğim pantolonun yamalar nedeniyle ağırlaştığını, tamamen yamalardan oluştuğunu hatırlıyorum. Sürekli aşağıya kayardı. Bir urgan parçasıyla bağlardım düşmesin diye. 1951yılında köyün başına badem taşlamaya gittiğimiz bir gün, ağaca atılan ve dala çarpan bir taş hızla kafama düştü. Kafamdan aşağıya oluk gibi kan akıyordu.  Çocuklar korkup kaçmışlardı. Yalnız başıma köye geldiğimde kahvenin önünde oturan köylüler koşuşturdular. Akan kanı durdurmak için çok katı gres yağı sürdüklerini anımsıyorum. Kan durmuştu ama, kafamda aylarca iyileşmeyecek yaralar oluştu. Bu nedenle 6 yaşındayken adım “Kel Mustafa”ydı Büknüş köyünde. Tüm yaşıtlarım gibi ben de ilkokula gittiğimde çok sevinçliydim. Ancak sevincim uzun sürmedi. Öğretmen beni yanına çağırıp “Senin yaşın küçük, sen bu sene okula gelemezsin” dedi. Okula kaydedilmeyişimin nedeni yaşımın küçüklüğünden değil kafamın kelliğinden olduğunu anlayamamıştım o gün. Köyde adım  “Kel Mustafa” çıkana kadar, “Malım mülküm Mustafa”ydı.

 

Ailemin topraksız, yoksul bir köylü ailesi olduğunu söyledim ya. Sadece topraksız değillermiş. Evleri de yokmuş.  Hizmet ettikleri bir ailenin kendilerine verdikleri bir odada yaşıyorlarmış.  Ev sahibiyle araları açılınca kapının önünde bulmuşlar kendilerini. Babam beni almış kucağına, annem de beşiğimi. Başka eşyaları da yokmuş. Aşağı mahalleden yukarı mahalleye giderken, köylüler “Bakın yeni komşularımız geliyor” demişler. Babam da kucağında tuttuğu beni hoplatarak “İşte malımızla mülkümüzle geliyoruz.” Demiş. O günden sonra da adım “  Malım mülküm Mustafa” olmuş. Şimdi bile Büknüş Köyünde “Malım Mülküm Mustafa” kimdir diye sorsanız. Hepside benim olduğumu söylerler.

 

Evet, yaşıtlarım okula başladılar ancak ben kafamdaki yaralar nedeniyle okula alınmadım. Yaralar iyileşince okula bir yıl geç başlayabildim. Okul yıllarım çok başarılı geçti. Köye her yeni öğretmen geldiğinde babam tutar kolumdan beni yöne öğretmene götürürdü. “ben ırgatım, çocuğum ırgat olmasın. Eti sizin kemiği benim ne ederseniz edin Mustafa’yı okutun” derdi. İlkokul yıllarım çok başarılı geçti. Okulda tüm sınıfları sadece iki öğretmen okutuyordu.  Birinci ve ikinci sınıflar bir derslikte, üç, dört ve beşinci sınıflar bir derslikte öğrenim görüyorduk. Birinci ve ikinci sınıfların bulunduğu derslikte öğretmenin işi olduğu ya da Akhisar’a indiği zaman dersleri ben verindim. Beşinci sınıftayken, birinci ikinci sınıflara öğretmenlik yapardım.

 

İlkokul yıllarına ilişkin tonla anı var unutamadığım. İlk şiirimi, ilk öykümü ilkokulda yazdım. İlk tiyatro oyununda ilkokulda oynadım.  Yağlı çamurdan ilk heykelimi ilkokulda yaptım. Heykel tutkumu şimdi Yeni Manisa’da yaptığım heykellerle sürdürüyorum.  İlk yaptığım heykel bir deve heykeliydi. Çünkü yıllar sonra bir devemiz olmuştu. Babam deveyle odun taşıyordu. Geçimimizi böyle sağlıyorduk. Devemizin uzun sürmeyen acılı öyküsü bir başka yazının konusu olsun. Zaman zaman anılarımızı paylaşmak da güzel oluyor...

Facebook Yorum

Yorum Yazın