Neyin peşinde koşuyoruz dakikalar, saatler boyunca. Söze dökülmeyen, görünmeyen bir yalancı mitosa teslim anlarımız: “Hızlı olan iyidir”. Oysa hiçbirimize iyi gelmiyor bu kadar koşturmaca. Bir anlatı vardır: Amerika yerlileri, batılıları antik bir tapınağa götürmek için rehber olur. Tapınağa çıkmak için çok sayıda merdiven çıkmak gerekir. Yerli rehberler merdivenleri çıkarken belli aralıklarla otururlar. Bu duruma anlam vermeyen ve bir an önce son noktaya ulaşmak isteyen sabırsız batılılar neyi beklediklerini sorar yerlilere. Aldıkları yanıt şu olur: “Ruhumuz çok geride kaldı. Onun da bize yetişmesini bekliyoruz.”
Bu oldukça anlamlı bir yanıttır. O kadar hızlı hareket edip, o kadar hızlı geçişler yaşıyoruz ki anların içinde birçok önemli şeyi kaçırdığımız gibi, tüm varlığımız ile hiçbir anın içinde olamıyoruz. En basitinden şu örüntüde geçiyor günümüz: Sabah işe yetişmeyi düşünüyoruz, işte bir sürü ayrıntı ile bir sonraki yapacağımız işi, sonra bir an evvel eve dönmeyi, evde yapılacak bir sürü şeyi, biriyle konuşurken veya dinlerken zihnimiz ve duygularımız dünün biriktirdikleri ve yarının olasılıkları arasında zıplayıp duruyor. Anlarımız, hız, yetişme, kaygı, tükenmişlik, karışıklık ve pişmanlık arasında yitip gidiyor. Ve biz buna modern yaşam diyoruz.
Tek bir saniyemizi bile geri döndürmemiz mümkün değilken, bunu unutuşun rafına kaldırıp, nasıl da kolayca sürüklenmeye, zorunluluklara teslim ediyoruz zamanımızı. O da kendi elimizle bozduğumuz dengemizin faturasını ödetiyor bize yeri geldikçe: stres kökenli hastalıklar, karışık zihin, anlamlandıramadığımız duygular, kaçırılmış fırsatlar... Denge en ihtiyaç duyduğumuz şey. Ancak geçici olanı kovalarken dengemiz bozuluyor. Ardından doğru değerlendirebilme, sağduyu, iç sükûnet ve bilinç de gidiyor.
Hızla bozulan fiziksel, duygusal ve zihinsel dengemizi nasıl onarabiliriz? Nerede abartılmış bir harekete sahibiz? Bunu tespit ve analiz edip ardından iyi bir planlama yapmak ve ona uymak sorunumuzu bir miktar çözer. Tabi böyle bir program yapmak ve onu uygulamak kararlılık ve iç disiplin gerektirir. Sürekliliği sağlamak ise işin can alıcı noktasıdır. Bu denli iradeye sahip tanıdıklarım pek azdır.
En etkili yollardan birisi ise, ana odaklanmamızı sağlayacak bir disiplini hayatımızın bir parçası yapmak. İçimizdeki uyumu, ahengi, odaklanmayı ve sükûneti doğuracak bir sanat veya spor ile temas ederek, burada geliştirdiğimiz dengeyi hayatımıza yansıtmak. Hangisine kendimizi daha yakın hissediyorsak. Derinliği olan yolların hepsi aynı ana unsurlarla çalışır. İsterseniz resim yapın, isterseniz bir müzik aleti çalın veya felsefesi olan bir spor çalışın. Her biri kalbinizi sakinleştirirken, zihninizi disipline eder ve içinizde uyumu oluşturarak bunu hayatınıza yaymanıza imkân verir. Gerçek sanatçılarla, derinliği olan bir sporu izlerken bile, bu armoniyi solumanız ve o süre boyunca dinginliğinizi sağlamanız mümkündür.
Bir tane hayatımız var ve hızın anlamsızlığında, telaşların geçici karmaşasında yitiremeyeceğimiz kadar değerli. Doğa çalışkandır ve asla acele etmez. Gün tam vaktinde doğar, çiçek yapraklarını an be an açar, kuşlar hep aynı saatlerde başlarlar şarkılarını söylemeye… Çalışkan olalım doğa gibi hız çılgınlığına kapılmadan. Ve anlamla, tecrübeyle, dengeyle dolsun zamanımız. Ve yaşadığımız hiçbir anda “Ruhumuz geride kalmadan!” bütünlük içinde VAR OLalım.
Emel Eva Tokuyan
Facebook Yorum
Yorum Yazın